Yeni Atlantis
Francis Bacon’ın ‘Yeni Atlantis’i, Thomas More’un ‘Ütopya’ Campanella’nın ‘Güneş Ülkesi’ veya Platon’un ‘Devlet’ isimli ütopyaları gibi önemli bir ideal devlet teorisi.
Francis Bacon, I. Elizabeth’in adalet bakanı Nicholas Bacon’ın oğlu olarak dünyaya geldi. 1561 yılıydı. Bacon, on iki yaşında Cambridge’e girdi, hukuk eğitimini sürdürdüğü üniversitenin daha ilk yıllarında Aristo felsefesiyle (Skolâstik felsefeyle) tanıştı ve ardından bu felsefeye karşıt fikirler geliştirdi. Aristo felsefesini yararsız buluyordu. Henüz Yeni Çağ’ın yetiştirdiği en önemli filozoflardan biri olacağı bilinmiyordu, fakat Bacon, felsefesinin temeline bilimi oturtmuştu bile. Hukuk kariyeri boyunca aynı zamanda siyasi kariyerini de ilerletmek çabasındaydı. Onun kafasında, geliştirdiği düşünce disiplini doğrultusunda yeni bir devlet modeli oluşmaya başlamıştı; ideal olan devlet, doğayı deneyle kavrayıp insanların yararına kullanacak olandı.
Bacon, bilimlerin düzenlemesini yapmak, insanlığın şiddetle gerek duyduğuna inandığı yeni bir tutum ve yöntembilimi geliştirmek amacıyla dev bir çalışmaya başlamak istedi. Ne var ki bu çalışmanın yalnızca birkaç taslağını ve birkaç parçasını yayımlayabildi; The Advancement of Learning (Bilimin İlerlemesi), Novum Organum (Yeni Organon) ve kafasındaki ideal devlet düzenini anlattığı yapıtı Yeni Atlantis.
Yeni Atlantis ismini duyunca, aklımıza hemen bir soru geliyor: Batık uygarlık Atlantis efsanesi ile nasıl bir bağlantısı var? Hikâye, yanlarına on iki ay yetecek kadar erzak alarak Peru’dan, Çin’e ve Japonya’ya gitmek üzere yola çıkan keşif heyetinin, erzaksız ve mahvolmuş bir şekilde denizin ortasında mahsur kalmasıyla başlıyor. Yollarını kaybeden tayfa bir yandan hastalıklarla boğuşurken, bir yandan tanrıya dua ediyor. Sonra, mucizevî bir şekilde bir kara parçası görüyorlar ve kendilerini Bensalem adasında buluyorlar ve orayı tanrının aynası olarak betimliyorlar.
Tanrısal intikam
Ardından, Hıristiyan bir halk olan Bensalem’in nasıl bu dini seçtiği anlatılıyor. Hikâyede Avrupa halklarının Hıristiyanlıkla tanışmasından farklı olarak Bensalem halkı, tanrıyla doğrudan bir münasebet kurarak kutsanıyor ve saf, yorumsuz bir Hıristiyanlığı benimsiyor. Bensalem isminin Jerusalem (Kudüs) ile arasındaki benzerlik ise halkın, tanrının özel olarak seçtiği kutsal halk olduğunu vurguluyor.
Bensalem, hikâyede daha önce keşfedilmemiş, gizli bir ada olarak anlatılıyor. Adanın gizli kalmasının tercih ediliş nedenini ise Bacon, batısında Kuzey ve Orta Amerika’nın, doğusunda ise Avrupa ve Kuzeybatı Afrika’nın yer aldığı, zamanla gücünü yanlış amaçlar için kullanmaya başlayan, kendini tanrıyla eş koşan, acımasızlaşan, yerkürenin dengesini bozan ve sonra bir gün, deniz tarafından yutulan batık uygarlık Atlantis’in son buluşu üzerine yaptığı şu yorumla açıklıyor: “… Ama tanrısal intikam onların bu cüretkar girişimlerinin bedelini ödetmekte fazla gecikmedi, çünkü yüz yıl ya da daha kısa bir zaman içinde Büyük Atlantis tümüyle yıkıldı ve gözden kayboldu…” Bu yorum, Yeni Atlantis ismini duyduğumuzda aklımıza takılan o soruya da yanıt vermiş oluyor.
Tüm bunlardan sonra Bacon, ‘Salomon evi’ ya da ‘Altı Günlük İşler Okulu’ adını verdiği enstitü modeli üzerinden anlatmaya başlıyor ideal devlet anlayışını. Her cümlesinden anlıyoruz ki Bacon, felsefesinin merkezine bilimi koymuş. Bilimin her yönde gelişmesi gerektiğini savunuyor. İnsana güveniyor, insanı adeta doğadan üstün tutuyor. Orta Çağ’dan hemen sonra yaşamasına rağmen, insanın doğadan üstün çıkacağına emin. Onun ideal devleti, siyasi teorisi, ütopyası tamamen devletin doğayı iyi kullanıp, doğayla akıl arasında bağ kurup, bilgiye ulaşıp insanlar için daha iyiye erişmesi gerekliliği üzerine kurulu. İnsanların her şeye muktedir olduğunun anlaşılmasını, iyi yönetilen bir devletin her şeyin çözümü olacağını ve herkesin bunun için çabalaması gerektiğini savunuyor. Bacon’ın ideal yönetim sisteminin otokrasi olduğunu, yani iktidarın insanlar için en iyiyi, en güzeli isteyen ve hanedan yoluyla değil de belirli muvaffakiyetlerle başa geçmiş tek bir kişinin elinde olması gerektiğini düşündüğünü Yeni Atlantis’te de görebiliyoruz.
Kaynak: http://www.insanokur.org/?p=348
Francis Bacon, I. Elizabeth’in adalet bakanı Nicholas Bacon’ın oğlu olarak dünyaya geldi. 1561 yılıydı. Bacon, on iki yaşında Cambridge’e girdi, hukuk eğitimini sürdürdüğü üniversitenin daha ilk yıllarında Aristo felsefesiyle (Skolâstik felsefeyle) tanıştı ve ardından bu felsefeye karşıt fikirler geliştirdi. Aristo felsefesini yararsız buluyordu. Henüz Yeni Çağ’ın yetiştirdiği en önemli filozoflardan biri olacağı bilinmiyordu, fakat Bacon, felsefesinin temeline bilimi oturtmuştu bile. Hukuk kariyeri boyunca aynı zamanda siyasi kariyerini de ilerletmek çabasındaydı. Onun kafasında, geliştirdiği düşünce disiplini doğrultusunda yeni bir devlet modeli oluşmaya başlamıştı; ideal olan devlet, doğayı deneyle kavrayıp insanların yararına kullanacak olandı.
Bacon, bilimlerin düzenlemesini yapmak, insanlığın şiddetle gerek duyduğuna inandığı yeni bir tutum ve yöntembilimi geliştirmek amacıyla dev bir çalışmaya başlamak istedi. Ne var ki bu çalışmanın yalnızca birkaç taslağını ve birkaç parçasını yayımlayabildi; The Advancement of Learning (Bilimin İlerlemesi), Novum Organum (Yeni Organon) ve kafasındaki ideal devlet düzenini anlattığı yapıtı Yeni Atlantis.
Yeni Atlantis ismini duyunca, aklımıza hemen bir soru geliyor: Batık uygarlık Atlantis efsanesi ile nasıl bir bağlantısı var? Hikâye, yanlarına on iki ay yetecek kadar erzak alarak Peru’dan, Çin’e ve Japonya’ya gitmek üzere yola çıkan keşif heyetinin, erzaksız ve mahvolmuş bir şekilde denizin ortasında mahsur kalmasıyla başlıyor. Yollarını kaybeden tayfa bir yandan hastalıklarla boğuşurken, bir yandan tanrıya dua ediyor. Sonra, mucizevî bir şekilde bir kara parçası görüyorlar ve kendilerini Bensalem adasında buluyorlar ve orayı tanrının aynası olarak betimliyorlar.
Tanrısal intikam
Ardından, Hıristiyan bir halk olan Bensalem’in nasıl bu dini seçtiği anlatılıyor. Hikâyede Avrupa halklarının Hıristiyanlıkla tanışmasından farklı olarak Bensalem halkı, tanrıyla doğrudan bir münasebet kurarak kutsanıyor ve saf, yorumsuz bir Hıristiyanlığı benimsiyor. Bensalem isminin Jerusalem (Kudüs) ile arasındaki benzerlik ise halkın, tanrının özel olarak seçtiği kutsal halk olduğunu vurguluyor.
Bensalem, hikâyede daha önce keşfedilmemiş, gizli bir ada olarak anlatılıyor. Adanın gizli kalmasının tercih ediliş nedenini ise Bacon, batısında Kuzey ve Orta Amerika’nın, doğusunda ise Avrupa ve Kuzeybatı Afrika’nın yer aldığı, zamanla gücünü yanlış amaçlar için kullanmaya başlayan, kendini tanrıyla eş koşan, acımasızlaşan, yerkürenin dengesini bozan ve sonra bir gün, deniz tarafından yutulan batık uygarlık Atlantis’in son buluşu üzerine yaptığı şu yorumla açıklıyor: “… Ama tanrısal intikam onların bu cüretkar girişimlerinin bedelini ödetmekte fazla gecikmedi, çünkü yüz yıl ya da daha kısa bir zaman içinde Büyük Atlantis tümüyle yıkıldı ve gözden kayboldu…” Bu yorum, Yeni Atlantis ismini duyduğumuzda aklımıza takılan o soruya da yanıt vermiş oluyor.
Tüm bunlardan sonra Bacon, ‘Salomon evi’ ya da ‘Altı Günlük İşler Okulu’ adını verdiği enstitü modeli üzerinden anlatmaya başlıyor ideal devlet anlayışını. Her cümlesinden anlıyoruz ki Bacon, felsefesinin merkezine bilimi koymuş. Bilimin her yönde gelişmesi gerektiğini savunuyor. İnsana güveniyor, insanı adeta doğadan üstün tutuyor. Orta Çağ’dan hemen sonra yaşamasına rağmen, insanın doğadan üstün çıkacağına emin. Onun ideal devleti, siyasi teorisi, ütopyası tamamen devletin doğayı iyi kullanıp, doğayla akıl arasında bağ kurup, bilgiye ulaşıp insanlar için daha iyiye erişmesi gerekliliği üzerine kurulu. İnsanların her şeye muktedir olduğunun anlaşılmasını, iyi yönetilen bir devletin her şeyin çözümü olacağını ve herkesin bunun için çabalaması gerektiğini savunuyor. Bacon’ın ideal yönetim sisteminin otokrasi olduğunu, yani iktidarın insanlar için en iyiyi, en güzeli isteyen ve hanedan yoluyla değil de belirli muvaffakiyetlerle başa geçmiş tek bir kişinin elinde olması gerektiğini düşündüğünü Yeni Atlantis’te de görebiliyoruz.
Kaynak: http://www.insanokur.org/?p=348